Helga teyze altınlarını istiyor

Enteresan bir araştırma, parayı ilk basan Lidyalıların, aynı zamanda parayı ilk bozanlar olduğunu gösterdi. Altın denilen Elektron paralarındaki...

Helga teyze altınlarını istiyor

Enteresan bir araştırma, parayı ilk basan Lidyalıların, aynı zamanda parayı ilk bozanlar olduğunu gösterdi. Altın denilen Elektron paralarındaki altın oranı yüzde 1’den az çıktı. Savaştı, kıtlıktı, göçtü, şuydu buydu derken, Gediz’den gelen altınlar bitince, dayanmış gümüşe, bakıra. Yani Sart harabelerinden geçerken bir daha iyi bakın, enflasyonun kökleri de orada yatıyor.

Nereden geldim buraya, şuradan; zaten ABD dolarını sürekli düşürüyor, e Çin desen o da renminbiyi düşük tutuyor. Almanya, pahalı avroyla mal satamaz hale geliyor. Buna bir çare olarak da Alman merkez bankası, Fransa ve ABD’deki altın rezervlerini geri istemiş. Bundesbank, denetimde paparayı yiyince, aklına Amerika ve Fransa’daki altınlar gelmiş ve bunları geri istemiş. Bu altınlar oralarda ne arıyor diye merak edecek olursanız, soğuk savaş döneminde SSCB işgal eder korkusuyla, güvenlik gerekçesiyle götürülmüş. Almanya, 177,5 milyar dolar değerindeki 270 bin altın külçe varlığıyla ABD’den sonra dünyanın ikinci en büyük altın rezervine sahip. Bu rezervin ise ancak yüzde 30’u Frankfurt’taki merkez bankası kasalarında bulunuyor. Şimdi Almanya’nın bu altınları istemesi tam da kur savaşlarına denk geliyor.

Ünlü Altın spekülatörü Jim Sinclair, bu hamlenin ekonomideki güvensizliğe ve ABD dolarının sonuna işaret ettiğini söylüyor The Telegraph gazetesine verdiği demecinde.

“Bu, altınınızı yanınızda bulundurmanız gerektiğini ortaya koyuyor. Zamanında bunun benzerini Fransa yapmıştı ve ABD’deki finansal liderliğe büyük bir korku salmıştı. Tarih bu salvoyu, dünyadaki genel geçer rezerv para olarak Amerikan dolarının sonunun başlangıcı olarak niteleyecektir”

KUR SAVAŞI ALARMI

Tam bu gelişmeler olurken, ekonomi ajansları, flaş başlıklı, “dünyada kur savaşları alarmı” diye haberler geçmeye başladı. Rusya Merkez Bankası, Bank Rossii’nin Başkan Yardımcısı Alexei Ulyukayev, Japonya’nın para birimi yenin değerini düşürdüğünü, rekabetçiliğini korumak isteyen diğer ülkelerin de benzer adımlar atabileceğini ve ekonomide yeniden kur savaşları başlayacağını belirtti. Ulyukayev dünyanın iki ucunda kurun değerini aşağı çekme yönünde gelecek hamlelerin küresel ekonomiye büyük zarar vereceğini söyledi. Rusya, dünyada dördüncü büyük döviz rezervlerine sahip. Avrupa Birliği Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Juncker de benzer bir uyarıda bulundu. Juncker, avro kurunun diğer para birimleri karşısında tehlikeli biçimde yüksek olduğunu vurguladı. Dolar ve Yen’in, devalüasyon yarışına girmesi demek başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin ihracatına vurulacak büyük bir darbe anlamına geliyor. Kur savaşları ile altın stokları arasında ciddi bir ilişki var. 2008’den bu yana batı kapitalizmi tarafından şişirilen, kağıt sistemi (dijital sistem) büyük bir güven kaybına uğradı, başat ülkeler, krizin ateşten topunu sürekli olarak birbirlerinin kucağına atma yarışında. İran üzerinden yaratılan büyük gerilim de bu güvensizliğe hizmet ediyor. Mesela İran, sattığı petrol ve doğalgazın karşılığında altın istiyor. Türkiye de bu altınları ihracat gibi gösterip, makro ekonomik kıvraklığa yeni örnekler veriyor. O yüzden, bu türden altın haberleri arttıkça, finansal kolpa sisteminin sonuna geldiğimizi daha güçlü biçimde duyumsuyorum.

Japonya’nın milliyetçi ve sağcı yeni Başbakanı Şinzo Abe, ülkesinin 1990’lardan beri içinde kıvrandığı resesyondan çıkması için radikal bir hamle yaptı. Abe hükümeti, geçen ay ülke parasını, dolar karşısında yüzde 5,3 oranında devalüe etti. Son 20 yıldır ABD hegemonyası altında para birimini sabit tutmak zorunda olan Jaonya, Çin ile yaşadığı adacık krizine rağmen, yani burada ABD desteği almasına rağmen bu adımı atabildi. Aslında belki de bu adımı Washington’a sorarak attı bilemiyoruz. Ama netice itibarıyla dünyada yeni bir kur savaşı ilanında da bulunmuş oldu.

Royal Bank of Scotland’ın açıklamaları da bunu doğrular nitelikte. Bankanın yayınladığı son araştırma raporunda, küresel kur savaşlarının geri döndüğü ve buna hazırlıklı olunması gerektiği uyarısı yapılıyor. Raporda bu savaşa, kur indirimi yaparak girecek ülkelerin de ismi veriliyor: Malezya, Tayland, Şili, İsveç, Çek Cumhuriyeti. Çin, Brezilya, İngiltere gibi ülkelerin de kur savaşına girme olasılığına dikkat çekiliyor. Türkiye’de de Ekonomi Bakanı Ali Babacan, yılbaşında “kurda istikrar demek kur garantisi anlamına gelmiyor” sözleriyle bu yarışa rezervini koymuştu.

KUR SAVAŞI NE ANLAMA GELİYOR?

Peki bu ne demek? Yani kurlarla bu kadar oynanması neyi getirecek önümüze? Durgunluk ve getirisi depresyonun işareti olan kur savaşları, parasal genişlemeyi artıracak, ivme kazandıracak. Bu da istikrarsızlığa yol açacak. Sürekli düşüş halindeki talepten emin olamayan ülkeler küresel yerine ulusal düşünmeye başlayacak. Yani yangını evime sokmamak için ne yapabilirim sorusuna cevap arayacak. Bu da küresel krizi körükleyici bir etken. Ülkeler arasındaki güvensizliği artıracak olan kur savaşları, bloklaşmayı da tetikleyebilir. Ticarette bunun sonuçları görülüyor zaten. Ortadoğu’da İran ve Irak ile Suriye, yaptırımlar yoluyla ticaretten yasaklanmaya çalışırken, onlar da kendilerine siyasi ortaklar arıyor. Parasal genişleme, sıcak para akışının artması anlamına da geliyor. Türkiye, sıcak paraya muhtaç durumda ama, şişen balon da çok büyük. Bu balonun patlaması halinde ortalık birbirine girecek kesin olarak. Türkiye, kurunu yüksek tutuyor ve bu sayede ithalatını ucuza getiriyor ama bunun için sıcak para lazım. Ama sıcak para geldikçe de yani ithalat arttıkça da cari açık artıyor, risk büyüyor. Sıcak para gelmezse ekonomi hepten bitik. Ekonomideki kriz tüm ülkeleri, radikal ve riskli önlemler almaya itiyor. Bu önlemler, otoriter yönetimlerden, dışarı savaş açılımlarına kadar gözleniyor. Fransa’nın Mali macerası tamamen mali nedenlere dayanıyor. İçerideki daralmayı askeri seçeneklerle kırmak. Türkiye’de de, Suriye’ye girmek, Musul’u almak gibi PKK açılımıyla koordineli düşünceler var. Bunlar tehlikeli düşünceler ama gördüğümüz kadarıyla artık masadalar. Tüm dünyada silahlanma harcamaları artışta, içerideki toplumsal tepkiler, dışarıyla dengelenmeye çalışılıyor. Yeni bir milliyetçi dalga var. Ama bu dalga vatanseverlikten çok yeni emperyalist hevesleri içeriyor.

Bu noktada Ergin Yıldızoğlu’nun 7 Ocak tarihli yazısından bir alıntı yapmak belki daha açıklayıcı olacak:

“Pimco’nun CEO’su El-Erian, bu üç merkezli dünya resmine bir başka açıdan yaklaşarak iki farklı nedensellik dinamiğine dikkat çekiyor.

El-Erian, Çin, Almanya, Mısır ve Yunanistan gibi ülkelerde ekonomik dinamiklerin siyasi gelişmeleri, ABD, Japonya ve İtalya’da siyasi kararların ekonomik gelişmeleri belirleyeceğine inanıyor; bu iki farklı nedenselliğin, giderek daha heterojen bir görüntü kazanan, birleştirici bir siyasi temadan yoksun, farklı büyüme hızlarına, mali dinamiklere sahip bir küresel duruma yol açtığını düşünüyor. Bence, El-Erian’ın saptamasını, bir kriz yönetim modeli yokluğu, küreselleşme sürecinde bir parçalanma, ülkeler arasında artan rekabet ve gerginlik ortamı olarak da yorumlamak gerekiyor.

European Council on Foreign Relations (ECFR) kurucusu ve direktörü Mark Leonard da Reuters’taki yorumunda benzer saptamalar yapıyordu. Leonard’a göre geride bıraktığımız döneme damgasını vuran “küresel entegrasyon” süreci artık dağılıyor. Avrupa’nın merkezinde, örneğin Almanya’da iç talep önem kazanıyor, bankalar çevreden merkeze, iç pazara dönüyor. Geçen çarşamba Soli Özel de köşesinde benzer bir durumun ABD sanayisinde yaşanan örneklerine değinerek çokuluslu şirketlerin yatırımlarını giderek ABD iç piyasasına yönlendirmekte olduğunu aktarıyordu.

Leonard, Avrupa’da Almanya ve Fransa seçkinleri arasındaki siyasi farkların derinleşmekte olduğunu vurgularken Asya’da da ilginç ve gelecekte sorun yaratmaya aday bir ikileme işaret ediyordu. Bu bölgede ekonomik entegrasyon, ABD’nin inisiyatifi dışında Çin merkezli olarak ilerlerken güvenlik alanında ABD merkezli, Çin’i dışlayan bir entegrasyon süreci yaşanıyor.

Diğer taraftan El-Erian’ın “iki farklı nedensellik dinamiği”, 2013 yılının ciddi siyasi istikrarsızlıklara aday olduğunu düşündürüyor. Batı “uygarlığının” ve egemenlinin kaynağı Akdeniz çevresini göz önüne aldığımızda Portekiz, İspanya, İtalya’dan Yunanistan’a, Kuzey Afrika’da Tunus ve Mısır’a, Ortadoğu’da Körfez ülkelerine kadar özellikle genç nüfus arasında işsizlik oranlarının çok yüksek olduğu görülüyor. Stratfor’un direktörü George Friedman’ın önemle vurguladığı gibi, siyasi istikrarın devamının verili yapı içinde çözüm üretilebileceğine ilişkin bir inanca dayandığını anımsarsak bu bölgelerde hükümetler, işsizlik ve yoksulluk konusunda çözüm üretebileceklerini gösteremedikleri takdirde, 2013 yılında kitleler bir sonraki seçimleri bekleyecek kadar sabırlı olamayabilecekler. The National Interest’in editörü Robert Merry de depresyon, diktatörlük, devrim gibi kavramları çağrıştıran bu manzaraya bakarak Oswald Spengler’in, ünlü “Batının Çöküşü” (1918) başlıklı yapıtını anımsatıyordu…”

Bizce de, 2013, içerideki toplumsal basıncın, dış agresyonla dengelenmeye çalışıldığı çok riskli bir sene olmaya aday. 1900’lerin başındaki, o savaşlar ve devrimler dönemini anımsatıyor. Tek farkla, düzenli orduların yerini “teröristler”, “muhalifler” ve “isyancılar” alıyor. Devrimlerin yerine “baharlar” konuyor. Ama tüm bu kurgulanmış gelişmelerin ötesinde aslında ne olacağını, kendi gözlerimizle görerek yaşayacağız.

Hüseyin Vodinalı
Odatv.com

almanya ABD dolar kur savaşları arşiv